ARBEİT MACHT FREİ

“Çalışmak Özgürleştirir”

İnsanlık tarihi geçmişte kalan şeyler olarak yorumlayadursun; aslında tarih içinden geçtiğimiz zamanın ta kendisidir. Kişisel zamanımızda nasıl ki bazı anlar diğerlerinden daha derin, anlamlı ve kıymetli oluyorsa ve biz bu anların önemini yaşarken fark edemiyorsak, (Orhan Pamuk’un ifadesiyle “hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum” diyorsak mesela) bu toplumsal zamanımız için de geçerlidir. Hiçbir şekilde müdahale edemediğimiz çeşitli bileşkenler sonucu, bir diktatörün yönettiği çağda doğabilir, asla istemediğimiz bir döneme tanıklık edebilir, belki Sibirya’da bir çalışma kampında günlük ekmeğimizi idareli kullanmanın yollarını düşünmek zorunda kalabiliriz. İnsanlık ise bizim ölümümüzden yıllar yıllar sonra bu yaşananları koca kitaplarda anlatıp, olanlar için birbirlerini suçlayabilir, akademik ortamlarda toplanıp insanlık tarihi için bu korkunç ve kıymetli verileri didik didik edebilirler. Tarih bazen yanı başımızda cereyan eder fakat biz yiyeceğimiz ekmeğin telaşıyla yaşadığımız bu anın insanlık adına kıymetini bilemeyiz.

Tarihin yazılmış en büyük diktatörünü geçelim, bu yazının konusu tarihin “yazılmamış” en büyük diktatörü; Stalin. Sovyetler Birliği’ni 30 yıl boyunca yöneten, uygulamaya koyduğu sert komünist rejimini korumak için ülkesini bir demir perdeyle örten, hakkında yıllarca kimsenin tek bir eleştiri yapamadığı pos bıyıklı bir Rus devlet adamı. Stalin yazılamamış bir diktatördür çünkü yaşadığı dönemde kendisiyle ilgili eleştiride bulunmaya kalkışan herkesi halk düşmanı, devrim karşıtı, vatan haini ilan edip cezalandırmıştır. Hatta öyle ki iç işlerinde muhaliflerini ağır çalışma kamplarına sürgün etmekle yetinmemiş, ülke dışına yönetimle ilgili verilerin aktarılması konusunda da çok sert uygulamalar geliştirmiştir.

Stalin, Gürcistan’ın küçük bir kasabasında, dünyanın değişime ve kana aç olduğu yıllara çok az kala, 1878’de doğar. O yıllarda tüm dünya gibi Rusya da bir dönüşüm isteğiyle kaynamaktadır. Önce 1905’de kanlı pazar olarak anılan ilk devrim, sonra 1917’de Ekim Devrimi ve Çarlık Rusya’nın yıkılışı, ardından İşçi Partisinin yükselişi, Lenin’in liderliğinde yeni ekonomi sistemi ve nihayet 1927’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yeni lideri olarak Stalin’in yönetimin başına geçmesi. Tüm bu süreç boyunca yıllarca bir imparatorluk olarak yaşamış Çarlık Rusya, komünist Sovyetler Birliği’ne dönüşürken Stalin de İşçi Partisinin genç ve heyecanlı bir üyesinden, adını kanlı harflerle tarihe kazıyacak bir diktatöre dönüşecektir.

Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’yle ilgili objektif tarihi ya da sosyolojik bir araştırma yapabilmek günümüz verileriyle bir hayli zor. Çünkü bu dönem Rusya’nın demir perde yıllarının başlangıcı olarak geçen, tarihi kayıtların devlet elinden ve devlet yanlılığıyla tutulduğu, muhalif faaliyetlerin ise ağır şekillerde bastırıldığı yıllardır. Rejimin işleyişini kanlı bir diktatörlüğe dönüştüren en temel unsur da bu cezalandırmalar kısmında ortaya çıkmıştır. Binlerce insan rejim karşıtı, siyasi suçlu olduğu gerekçesiyle çalışma kamplarına sürülmüş ve on yıllarca bu kamplarda ağır şartlar altında çalıştırılmıştır.

Sovyet rejiminin devrimle birlikte getirdiği yeni ekonomik politikalar halkı en küçük biriminden alıp en tepeye kadar kontrol etmek ve kullanmak üzerine kuruludur. Köylerde kurulan kolhozlar sayesinde halk, artık özel mülkiyetin kalmadığı ama bir zamanlar kendilerine ait olan arazilerde devlet için üzüm üretip karşılığında karnını doyuracak ekmeği ancak aldığı ama üzümün tadına bakamadığı bir sisteme zorlanmıştır. Bu değişen ekonomi sistemi içinde köylerdeki kadınlardan, üniversitelerdeki öğrencilere; hapishanelerdeki mahkûmlardan, fabrikalardaki işçilere kadar herkes “üretim çarkının bir parçası” dır.

Stalin’in yönetimiyle hızlanan komünist rejim II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla daha sert bir hal alır. Almanlarla girişilen bu savaş sırasında Stalin, askeri başarısızlıklarından Sovyet yönetimi altında ve halinden memnun olmayan azınlıkları mesul tutacak, henüz cephedeki savaş bitmeden topraklarında yaşayan azınlıkları ağır şekilde cezalandırıp toplu sürgünlere yollayacaktır. Örneğin 500 yıldır Kırım’da yaşayan Tatarlar bir gecede, yük vagonlarında, tek bir tanesi dahi geride bırakılmamacasına Özbekistan’a, Urallar’a, Sibirya’ya gönderilecektir. Buralarda çeşitli toplama kamplarında ağır şartlar altında çalıştırılan Tatarların sayısı Rus kayıtlarında dahi 100.000 den fazladır ve bir bu kadarının birkaç hafta süren yolculuk sırasında öldüğü düşünülmektedir.

Stalin’in II. Dünya Savaşı sonrasında takındığı tutum sadece Müslüman Türk azınlıkları değil, Rus topraklarında yaşayan Bulgar, Ermeni, Rum, Yahudi halkı da etkilemiştir. “Büyük temizlik” adının verildiği bu sürgünlerde Sovyet rejimi herhangi bir makam ayrımı gözetmemiş, köylüsünden okumuşuna, devrimcisinden askerine herkesi sürgün etmiştir.

Yaşanan bu toplu sürgünlerden sonra halkın yerleştirildiği toplama kamplarıyla ilgili de ne yazık ki elimizdeki veriler tutarlı değildir. Rus yönetimi rejim karşıtı görünebilecek, muhalif her türlü tarih yazıcılığını engellediğinden ancak yıllar sonra Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bu kamplar ve sürgünler araştırılabilmiştir. Gulag adının verildiği, başlarda suçluları cezalandırmak için kullanılan, sonrasında ise bu insanları işçi olarak çalıştırmayı hedef alan bu kamplarda Rus- azınlık ayrımı yapılmaksızın milyonlarca insanın tutulduğu bilinmektedir. Soljinitsin gibi rejimin elinden kurtulabilmiş muhalif yazarların aktardığı rakamlar yönetim yıllarında Stalin’in çalışma kamplarında toplamda 15 milyona yakın insanın olduğu yönündedir. Rus kayıtlarında ise bu sayı sadece 4 milyon kadardır ve bu dahi azımsanmayacak bir nüfustur.

Bu veriler ışığında Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminde yaşananların devlet eliyle yapılmış sistemli bir terörizm faaliyeti olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Rejim karşıtı olduğu söylenen milyonlarca insanın herhangi bir hukuksal süreçten dahi geçmeden yıllarca mahkûm edildikleri bu kamplarda yaşananlar, dünya tarihinin diğer korkunç anıları arasında kaybolup gidecek normallikte görülse de özelde bakıldığında bundan sadece 70 yıl önce bir adam Sibirya’da bir çalışma kampının ranzasında, eksi otuz derece soğukta nefesini kontrollü kullanarak vücudunu sıcak tutmaya çalışmıştır. Tarih bazen yazılmayanları okuduğumuzda daha anlamlıdır.

Ps: Kitap tavsiyesi İvan Denisoyiç’in Bir Günü

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: