Bu siteyi kurduğumda amacım yazma becerimi geliştirebileceğim alternatif bir alana sahip olmanın yanı sıra her ayın sonunda burayı bir çeşit günlük gibi kullanıp o ay neler yaptığımı, okuduğumu, izlediğimi, keşfettiğimi not almak, kendimce yaşadığım zamanı çoğaltmaktı. Başlangıçta gönlümden geçen tiyatrolar, sinemalar, sergiler, müzelerden konuşmakken şimdi üç ay önce hayal bile edemeyeceğimiz günler yaşıyoruz malum. Ama işte drama bir yere kadar, bu sürece de alıştığımıza göre geçtiğimiz ayın -henüz bitmemiş olsa da- üzerinden geçeyim istedim. Beni çok heyecanlandıran bu formatın siz sevgili okurlara da ilham olmasını umuyorum.
Kitap okumanın zamanı çoğalttığına, yaşadığımız dünyaya paralel bir dünya daha oluşturduğuna inanmışımdır hep. Bu anlamda benim için şu korona günlerinde kaçtığım ilk paralel dünya Amin Maalouf’un elinden çıkma Doğu’dan Uzakta romanıydı. Maalouf için anlatmaktan sıkılmadığım bir tarifim vardır, bir gün özel bir görev için Mars’a falan gönderilirsem ve yanıma tek bir kitap alma hakkım olursa o kitap kesin bir Amin Maalouf kitabı olur diye. Doğu’dan Uzakta bu kaotik günlere yakışan yoğunlukta bir romandı; sürükleyici hikayesi bir yana, kadim Lübnan topraklarında geçen, insana ayağında terliklerle kuma basıyormuş gibi hissettiren bir roman. İç savaş yıllarında birbirinden kopan ve ülkelerinden ayrılan bir grup arkadaşın tekrar bir araya gelişlerinin anlatıldığı bu hikaye aynı zamanda Maalouf için otobiyografik detaylar da taşıyor.
Korona günlerinde okuduğum bir diğer kitap ise benim için Türk edebiyatının en kıymetli isimlerinden Kemal Tahir’den Bozkırdaki Çekirdek romanıydı. Milli Şef yılları, cumhuriyete inanç tam, köylü milletin efendisi ve köylüyü kalkındırmak en temel hedeflerden. Bu bağlamda kurulan Köy Enstitüleri ise planın en önemli adımı. İşte böyle bir ortamda geçiyor Kemal Tahir’in romanı. Bu dönemde enstitülerin kuruluşu sırasında yaşanan zorluklardan ve köylü-aydın çatışmalarından bahsederken arka planda yine Kemal Tahir’in Anadolu insanını ne kadar yakından tanıdığını bir kere daha görme fırsatı sağlıyor.
Nisan ayı için bu iki romanın yanı sıra bol bol bir şeyler izleme fırsatım oldu. Bunlardan birkaçını buraya da not etmek istiyorum. Malum hepimizin dizilere filmlere sardığı şu günlerde beni en çok Trt 2’nin akşam kuşağında yayınladığı bağımsız filmler mutlu etti. Ne izleyeceğinize karar veremediğiniz akşamlarda kesinlikle Trt 2 ye bir bakmanızı tavsiye edip izlediğim filmlerin afişlerini şuraya bırakıyorum.
İlki Kolombiya’da iki ayrı esrar satıcısı ailenin çatışmalarını anlatan Göç Mevsimi. Varoş bir dönem, esrar zengini aileler, anlaşmazlıklar öldürmeler kaçırmalar bir yana ben en çok müziklerinden etkilendim. Öyle ki yahu bu müzikleri kavalla sazla mı çalmışlar sanki Yozgat uzun havası dinliyorum tepkileriyle geçti tüm film. Bu detay için izlenir mi, e vurmalı kırmalı filmleri seviyorsanız izlenir.
Ama sanırım bu ay izlediğim asıl önemli film geçen yıl bağımsız sinema severleri kasıp kavuran Kefernahum oldu. Lübnan’da geçen filmde yoksulluğu, çaresizliği, az gelişmiş bir ülkenin arka sokaklarında dönen her türlü acımasız kavgayı adım adım izliyorsunuz. Üstelik bir çocuğun penceresinden ve onun gözleriyle. Yaşadığımız yıllarda bizi de içine alan Orta Doğu karmaşasının aslında ne kadar dışında olduğumuzu düşündürmesi bir yana derin bir dramı da içinde barındırıyor film. Ajitasyon yapmadan anlatılmış yalın bir dramı ve çaresizliği izliyorsunuz. Gerçekten arka metninin kıymetli olduğu ve iz bırakan bir filmdi deyip yönetmeni Nadine Labaki’ye selamlarımızı gönderelim.
Nisan ayının iz bırakanlarından bahsetmeyi burada bırakırsam sevgili Netflix’e haksızlık olur sanıyorum. Zira şu günlerde en çok kendisiyle vakit geçiriyoruz. Kafamı dağıtmak için izlediğim gençlik ve aşk dizileri bir yana bu ay Netflixte izlediğim ve tavsiye edebileceğim en kaliteli yapım sanırım Ricky Gervais’in yönetip oynadığı After Life mini dizisi. Eşini kaybettikten sonra derin bir yalnızlık ve depresyona düşen Tony’nin hayata devam ediş mücadelesini izliyoruz adeta. Biraz kara mizah, bol İngiltere havası, bir şeyler izleyeyim ama kurgusu zihnimi yormasın, yan mahallede geçiyormuş gibi yakın bir hikaye olsun derseniz tavsiye ederim.
Ve işte günler de böyle geçip gitmiş, çok uzun süreceğini sandığımız bir Nisan ayının böylece sonu gelmişti. Mayısta bizi iyimser günlerin beklediğini, dünyaca feraha ulaşacağımızı umuyorum. Ve lafımı bu ay dönüp dönüp dinlediğim, sevgili Pinhani’nin içimize umut dolduran şu şarkısıyla bitirmek istiyorum.
-5/A sınıfından Burcu Demir arkadaşımıza teşekkür ederiz.
Bir Cevap Yazın