YAZININ BÜYÜSÜ ÜZERİNE

Bu hafta ne yazacağım konusunda hiçbir fikrim olmadan oturuyorum bilgisayarın başına. Tarihten bir konudan bahsedebilirim, geçtiğimiz Hıdrellez’in kültürümüzdeki izlerinden, yine belki koronadan, kitaplardan, yazarlardan ya da. Geçen hafta mesela bir Nobel ödüllü yazarla daha tanıştım ve çok sevdim; Kazuo Ishiguro. Bir ara onla ilgili bir şeyler mi yazsam diye düşündüm, belki Haruki Murakami’den de bahsedip hem bir Nobel karşılaştırması hem de Japon edebiyatının durağan hallerinin hissettirdikleri konuşurum dedim ama yok. Canım kitap konuşmak istemiyor.

Lakin kendime de bir söz verdim, her hafta bir yazı yazacağım siteye diye. Yıl bittiğinde onlarca yazı olacak sitede, her ayın sonunda “Ayın Son Pazartesisi” bölümleri olacak, mevsimler değiştikçe yeni mevsim güzellemeleri olacak, belki yaşadığımız karanlık günler bitecek ve Eylül’de Paris’e gidip dönüşte bir de seyahat yazısı ekleyeceğim, Aralık’ta muhakkak bir yılsonu değerlendirmesi yapıp ulan neler yaşadık be diyeceğim. Düşündükçe heyecan veriyor bu fikirler. Umarım hep iyi şeyler konuşuruz burada.

Bazen diyorum, 10-20 kişinin okuduğu üç beş yazı için bu kadar heyecanlanmam normal mi diye, ama sonra geçiyor o karamsar hava. Herkes böyle başlamıştır bu yazı çizi işlerine sonuçta Burcu diyorum, kimseyi bir anda yüzlerce insan okumaz, sen yaz, yazdıkların biriksin, haftalar aylar mevsimler geçsin, yıllık bir defter gibi olsun burası. Bazen öyküler bazen incelemeler bazen de böyle pek de bir amacı olmayan öylesine yazılar. Modern zamanda tutulan bir çeşit günlük gibi işte.

Şimdi böyle yazıların okunup okunmamasından bahsedince aklıma Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı’da kurcaladığı “yazar kim için yazar?” mevzusu geliyor. Pamuk o kitapta bu konu ile ilgili muazzam vuruculukta tespitler dile getirmiştir. Ama ben en çok yazının yazıldıktan sonra yazara ait olmaktan çıkması ve her okurla ayrı bir bağ kurması teorisini severim. Sahi bu konudan geçen hafta da bahsetmiştim, yazının okurla kurduğu bağın biricikliğinden. Kendini tekrar ediyorsun Burcu.

Öyleyse yazının bir başka yönünü konuşalım bu sefer, zihnimizi nasıl çoğalttığını ve genişlettiğini mesela. Çok sevdiğim yazarların yeni bir kitaplarını okurken hep şöyle hissederim; “zihnimde o yazara ait olan şehrin bir mahallesi daha aydınlandı.” Tolstoy’la ilk tanıştığınız günü düşünün, benim beynimin içinde sanki bir Tolstoy şehri oluşmuş gibiydi, ama sınırlar belirsiz; böyle bulanık, henüz netleşmemiş bir haritaya yukarıdan bakar gibi. Ben her yeni Tolstoy romanında o haritada yeni bir mahalleye elimde fenerle ışık tutuyormuşum gibi hissediyorum, evet tam da bu; elimde fenerle ışık tutmak. Önce sis dağılıyor, sonra şehirde yeni bir mahalle daha görünür oluyor. Bu sevdiğim her yazar için böyle, ama garip bir şekilde bütün eserlerini okusam dahi şehir asla tamamen aydınlanmıyor. Çünkü zaman aktıkça zihnim değişiyor ve o ilk oluşan şehrin üstüne yeni detaylar yeni yollar ekleniyor, hiç bitmeyen bir belediye çalışması gibi.

İşte bu yüzden sevdiğim yazarların sevdiğim eserlerini dönüp dönüp okurum. Kafamdaki şehirde daha önce oluşturduğum bir sokağı yeniden gezmeye benzer bu. Bildiğim, hatırladığım köşelere dokunmak zamanda yolculuk ediyormuşum gibi zevk verirken, ilk seferde dikkat etmediğim detayları bu sefer keşfetmek evet iyi ki yeniden okuyorum hissini güçlendirir. Yazının büyüsü burada işte, her okurla kurduğu bağın biricikliği bir yana, her okuduğunuzda sizinle de yeniden ve bambaşka bir bağ kuruyor; lisede okuduğunuz Anna Karenina’yla 20’lerinizin sonunda okuduğunuz Anna Karenina asla bir olmuyor ve hatta siz o ikinci okuyuşunuzda hikâyeyi yeniden hatırlarken bir yandan da kitabın köşelerine saklanmış kendi ilkgençliğinizi görüyor, o okuyuşunuzdan kalan izlere selam veriyorsunuz.

Velhasıl, okumak hiçbir zaman sadece okumak değil. Okumak yolculukların en güzeli, zamandan mekandan ve bireyden bağımsız kendine has bir ilerleyişi olan büyülü bir dünya. Ve işte bu hafta da edecek üç beş kelamımız var imiş. Sizi yazının büyüsü üzerine düşünmeye sevk edebildiysem ve bu konuyu kurcalamak size de keyifli geliyorsa daha detaylı kurcalamalar için Murat Gülsoy’dan Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık kitabını tavsiye ederim ve tabi bir kere daha bahsi geçen Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı kitabını.

Bitirirken, bu yıl başında kendime verdiğim her pazartesi saat 21:00’da yeni bir yazı yazmış olma sözümün gerçeğe dönmesinde ve bu yazıların Pazartesi Yazıları gibi bir siteye dönüşmesinde büyük desteği olan, hatta daha site oluşmamışken yazılarımı okuyup değerlendirme zahmetinde bulunan Mert’e geç bir teşekkür etmek isterim.

Yolu üretmek motivasyonundan geçen herkese selam olsun.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: