YOLUN HİKAYESİ

Yok hayır, gerçekten yapacak bir şey kalmamıştı. Kaldıysa bile benim artık yapmaya takatim kalmamıştı. Bitiş çizgisine son nefesiyle ulaşmış yorgun atlar gibiydim son günlerde. Ne için yarıştığımı bile unutmuştum, amaçsız bir boşluğun içinde sürüklenip duruyordum. İnsanların söyledikleri, anlattıkları, fısıldadıkları, haykırdıkları bana ulaşmıyordu, bir balonun içindeydim sanki, sözler üstümden akıp giderken benim beynimde mütemadiyen tek bir soru vardı; su içerken, diş fırçalarken, çiçekleri sularken… Hep aynı soru: “Ben burada ne yapıyorum?”

Cevap vermek öyle zorlaştı ki bir yerden sonra dövüşmeyi bıraktım. Burada ne yaptığımı bilmiyordum, ne aradığımı, ne bulduğumu, ne kaybettiğimi bilmiyordum. Kendimi artık buraya ait hissetmiyordum, cümlelerim, yarışlarım kavgalarım tükenmişti.

Gittim ben de, her şeyi öylece bırakıp yola çıktım. Su içtiğim bardağı masada bıraktım, tokalarımı banyoda, terliklerimi koridorda. Sıcak bir öğleden sonraydı, sırt çantama sığacak üç beş eşyayı alıp, bakkala ekmek almaya, mahalle arkadaşıma yatıya gider gibi çıktım. Geride terfi almak üzere olduğum bir iş, üniversitenin ilk yılından beri birlikte yaşadığım bir ev arkadaşı ve aşık olduğumu sandığım bir adamı bırakıp gittim.

Arabayı batıya sürdüm, gün batımına. Bir anlamı var mıydı, karşıma çıkan ilk sapak mıydı, üstünde düşünmüş müydüm şimdi vakit geçtikten sonra çok da hatırlamıyorum. Kendimi bir anda o yolda buldum. Ağustos’un son günleriydi, gündüzler hala çok sıcaktı ama akşamlar serinlemeye başlamıştı. Önce birkaç saat sanki birazdan geri dönecekmişim gibi gittim. Sonra bir baktım, şehir geride kalmış. Uçsuz bucaksız dümdüz bir ovadayım. İki şeritli dar bir yol, güneş karşımda ama yakmıyor, yanımdan tek tük arabalar geçiyor. Camı indirdiğimi, rüzgarın saçlarımı nasıl uçurduğunu hatırlıyorum. Sıcacıktı, gülümsedim. Günler sonra ilk kez o an nefes aldığımı hissetmiştim. Sanki suyun altından yüzeye çıkmışım gibi, sanki seslerin olmadığı bir rüyadan uyanmışım gibi.

O gün öyle ne kadar yol yaptım, arayanlara ne dedim bilmiyorum. Sanırım kısa bir tatile çıktığımı, beni merak etmemelerini söylemiştim. Tuhaf karşılasalar da üstüme düşmediler. Zaten etrafımdaki herkesle aramdaki bağ öyle yüzeyselleşmişti ki kurcalarlarsa vereceğim cevaplardan korktular sanırım onlar da. Tabelaları iç güdülerimle takip ettim, ismini beğendiğim yerlere döndüm, yolun sonunda, artık güneş batmak üzereyken o sahil kasabasına ulaştım. Sanki günlerdir yemek yememişim gibi aç, günlerdir uyumamışım gibi yorgundum.

Kaldığım yeri o gün yoldan geçen bir iki kişiye sorarak bulmuştum. Adı öyle içimi ısıttı ki başka bir yer aramaya gerek duymadım; Günebakan. Beyaz boyalı, üç katlı, girişinde sardunyaların, sarmaşıkların olduğu otel demeye dilinizin varmayacağı sevimlilikte bir yerdi. Sessiz sakin bir oda istediğimi söylediğimde ellerinde sadece bir boş odalarının kaldığını, onun da arka bahçedeki restorana baktığını ve bu yüzden biraz gürültülü olabileceğini açıklamışlardı. Kabul ettim, hem çok yorgundum, hem de bir yerlerde gülüşüp konuşan insanların olduğunu bilmenin içten içe bana iyi geleceğini düşünmüştüm. Çünkü mutluluk, sadece varlığına inandığımızda bile bize iyi gelen bir şeydir, biz iyi hissetmesek de…

Sanıyorum o otel odasında geçirdiğim günlerde hissettiklerim tam olarak böyleydi, evet ben mutlu değildim, kahkaha atmaya, dans etmeye, şarkı söylemeye çok uzaktım. Kalbim kırıktı, ruhum yorgundu ama etrafımda mutlu insanların olduğunu görmek ve onları izlemek bana iyi geliyordu.

Sıcak yaz günleri kısalmaya, Eylül gölgeleri uzatmaya başlamışken ben o odanın balkonunda bir sandalyede omzumda bir hırkayla saatlerce, günlerce oturdum. Aşağıda neşeyle gülüşüp yemekler yiyen insanların kahkahalarını, birbirlerine anlattıkları hikayeleri, çalan keyifli müzikleri dinledim.

Kendimi bazen bir resmin içinde gibi hissediyordum o günlerde. Etrafta sardunyaların olduğu bir küçük balkonda bir sandalyeye oturup başını balkon demirlerine yaslamış bir kadın. Üstünde krem rengi bir hırka, kuzgun karası saçları omuzlarına dökülmüş, gözleri ileride, evlerin arasından görünen denizde… Bir muhteşem gün daha batıyor ufukta, ressam renkleri öyle cömertçe kullanmış ki güneş bütün gökyüzünü bin bir sıcak tona boyayarak kaybolmak üzere. kadının yüzünde, yüzümde derin, gerçek bir gülümseme var. kahkahadan uzak ama şifasını bulmuş bir hastanın şükrü gibi bir gülümseme, sıcak ve gerçek…

Kendinizi sıkışmış hissettiğiniz, size iyi gelmeyen ve ben burada ne yapıyorum sorusunu içinize işleyen her hikayeyi tam da şu an bırakıp, o yola çıkabilmeniz, ruhunuzun resmini bulabilmeniz dileğiyle.

“Mutluluk şahane bir şeydir, o kadar şahanedir ki sende olup olmaması bile önemli değildir.”

After Life/ Ricky Gervais

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: