Geçtiğimiz hafta Gabriel Garcia Marquez’in başyapıtı Cien Anos De Soledad –Yüzyıllık Yalnızlık- romanını okudum. Yüz yıl yaşayan büyük anneler, etrafta dolaşan hayaletler, göğe yükselen güzel kadınlar, yıllarca yağan yağmurlar ve domuz kuyruğuyla doğan lanetli bebekler. Açıkçası içinden çıkmak istemediğim etkileyicilikte ve sürükleyicilikte bir büyülü dünyaydı Yüzyıllık Yalnızlık ve ben bu his henüz taze iken hakkında birkaç satır yazmak istediğime engel olamadım.
Bu yazıyı romanı henüz okumamışken gördüyseniz korkmayın heyecanını kaçıracak kadar gizli bilgi içermiyor. Hatta şanslısınız çünkü size Yüzyıllık Yalnızlık’ı etkili okumak konusunda bazı tavsiyeler vereceğim. Bunların en önceliklisi yanınıza bir not defteri almanız. Zira karakterler o kadar karmaşık ve olay örgüsü öyle hızlı ilerliyor ki kitabın Türkçe baskısının başındaki soy ağacı asla yeterli olmayacak. İkinci tavsiyem ise kitabı fazla uzatmadan, uzun aralar vermeden hızlıca okuyup bitirmeniz. Ardında bıraktığı boşluk duygusu böyle daha kuvvetli hissedilse de kitabı anlamak ve unutmamak için hızlı okumak şart. Zaten olaylar o kadar sürükleyici ve Marquez’in aralara serpiştirdiği aforizmalar öyle etkileyici ki hem meraktan hem edebi zevkten mest olmaktan isteseniz de elinizden bırakamıyorsunuz. Abarttım mı? Abartmayı severim.
Hakkında onlarca makale yazılmış, dönüp dolaşıp entelektüel ortamlarda laf kendisine gelmiş bir kitap Yüzyıllık Yalnızlık. Adının çarpıcılığı bir yana içerik olarak da insana zaman ve mekan kavramlarını sorgulatıyor. Evet yaşanan olayların bir kısmı gerçeküstü ama bu öyle alelade ve günlük bir dille işlenmiş ki o gerçeküstü motifler sizin romana duyduğunuz güveni değil gerçeğin ne olduğuna duyduğunuz güveni sarsıyor. Bir
şehrin kurucusu, kafayı simya ile bozmuş kaçık bir ihtiyar öldüğünde neden gökten sarı çiçekler yağmasın ya da güzelliğiyle nam salmış bir genç kadın dünyadan sıkıldığında neden göğe yükselerek kaybolmasın ki derken buluyorsunuz kendinizi. (Evet burası bir miktar spoiler’dı, hadi şimdi bu söylediklerimi unutalım.)
Marquez’in bu eserde en çok eleştirildiği ilk nokta karakterlerin isminin kuşaktan kuşağa dönüp dönüp tekrar etmesi ise ikincisi de muhakkak Buendiaların hikayesinde karşımıza çıkan akrabalar arası cinsel ilişkiler. Ben açıkçası kitabın başında bu aile hakkındaki akraba ilişkileri sonucu kuyruklu bebekler doğması lanetini gördükten sonra kitabın devamında böyle ilişkilerle karşılaştığıma hiç şaşırmadım. Bu konuda muhakkak ahlak yargıcı edebi üst akılların çeşitli yorumları vardır lakin ben kitabın tamamının zaten bir ahlak savunuculuğu ile değil hatta belki büyük günahları örneklendirmek üzere yazıldığını düşünüyorum.
Kibri, oburluğu, öfkeyi, kıskançlığı, aç gözlülüğü ve tembelliği Buendialar üzerinden teker teker okuduğumuz bu romanda şehvetin de karşımıza çeşitli kimliklerde çıkmasına şaşırmamak gerek. Hem her zaman söylediğimiz gibi edebiyat ne üreteni ne okuyanı daha ahlaklı, daha akıllı, daha iyi insanlar yapmaz. Ve böylece mevzuyu kendi penceremde kapatayım.
Yüzyıllık Yalnızlıkla ilgili konuşmamız gereken asıl en önemli konu ise bence zaman kavramını, zamanın doğrusallığını, somutluğunu sorgulayışı olmalı. Marquez kitapta yıllarca bitmeyen yağmurlarla, ölmeyen yaşlanmayan insanlarla belki de zamanın bir algı mevzusu olduğunu ve ölçülebilirliğini irdeliyor. Diğer yandan kuşaklar boyu tekrar eden ve birbirine benzeyen bütün o karakterler bize zamanın doğrusal olmadığın, bir çember içinde kendini tekrar edip durduğunu hatırlatıyor. Hatta sadece birbirine benzeyen karakterler değil Buendiaların evlerinin yıkılıp, yıpranıp, harap olup, kirlenip, böceklerle dolup her defasında yeniden dip bucak temizlenmesi, tamir edilmesi, çiçeklendirilmesi, havalandırılması da bana zamanın döngüselliğini hatırlatan motiflerden biri olmuştu. Öyle ki Ursula sağolsun kötü günlerin, yasların ve savaşların ardından ilk iş evi dip köşe temizlemek gerekliliği sanıyorum bundan sonra benimle yaşayacak.
Hakkında yüzlerce sayfa metin yazılmış bu eser hakkında benim de eksik kalmayıp söylediklerim bu kadardı. Kendinize bir iyilik yapıp henüz yolunuzu düşürmediyseniz tez zamanda bu büyülü dünya ile tanışmanızı tavsiye ederim. Gerçeklikten kopmak istediğiniz anda size fazlasıyla istediğinizi vereceğini umuyorum.
Ve sevgili Buendialar; günahkarlar, aşıklar, savaşçılar, bakireler, kıskançlar.
Dağların ardındaki güzel Macondo şehri.
Ölümsüzler ve ölümlüler; bütün bu kalabalığa rağmen yalnızlığa mahkum kalan soyu tükenmişler.
Ve ilminin lanetiyle zamanı iç içe geçirip katmerlendiren, olacakları ve olmuşları bilen gizli kahraman Melquiades.
Hepinizi sevgiyle selamlıyorum.
*metindeki görseller çeşitli sanal platformlardan alıntıdır, sanal platform dediğim de google görselleri 🙂
Bir Cevap Yazın