Hikayenin Hikayesi: Girasole

-Bugün yine bir kaçış hikayesi anlatasım var sana. Hani geçenlerde bir tane anlatmıştım, çok beğenmiştin. İşini gücünü bir anda bırakıp arabaya atlayıp kaçan bir kadının hikayesiydi, hatırladın mı? İş yerine ben ayrılıyorum bile dememişti, öylece toplanmış, binmiş arabaya gitmişti. Sahilde küçük bir kasabada, taştan bir otele sığınmıştı. İşte tam da öyle bir hikaye kurmak istiyorum yine. Ama bir yerde tıkanıyor artık bu kaçış hikayelerim. Bil bakalım nerede? Evet, doğru cevap; sonunda, sonunda tıkanıyorlar artık. Kadın, erkek her kimse işte karakter hep bir şekilde kaçıyor, bazı problemleri geride bırakıyor, sıkışmışlık hissinden kurtulacağı bir alan yaratıyor kendine ve buraya kadar her şey güzel ilerliyor. Kurguyu güzel işliyorum, inandırıcılığını da duygusallığını dozunda ilerletiyorum. Fazla drama bulaşmadan, herkesin kendinden bir şeyler bulacağı gerçeklikte şeyler, anlıyor musun? Ama sonuna gelince tıkanıyor artık her şey. Karakter kaçıyor, kurtuluyor, ferahlıyor ve ertesi güne uyanıyor. Ee, sonra? Olayın yazmakla, öyküyle, teknikle alakası yok, istesem bir kulağından tutar yine bağlarım hikayeyi ama çok içselleştiriyorum sanırım. Mantıklı bir kaçış olsun istiyorum, sonu güzel bitsin istiyorum, karakteri yerinden yurdundan ettiğime değsin istiyorum. Nasıl olacak, okura bırakmadan nasıl içime sinen bir son yazarım sence böyle bir hikayeye?

-Zor soru. Hatırlıyorum o bahsettiğin hikayeyi evet. Kadın odasının balkonundan otelin arka bahçesindeki restorana bakıyor, insanları izliyordu. Kendi dahil olamasa da gözünün önünde keyifle gülüşen birilerinin olması iyi geliyordu, değil mi? Haklısın ama, böyle bir hikayede sonunu okura bırakmak istemediğinde klişeye bulaşmadan bir yol çizmek zor. Neden biliyor musun? Çünkü bu hikayelerde karakter hep geri döner, hep geri dönmeye ikna edilir, direncinin kırıldığı ilk anda telefonu çalar ve bir bakmışsın ertesi gün tekrar yollarda. Gerçek hayatta da böyledir, böyle büyük kaçışların sonunda ya ölürüz ya geri döneriz. Gülme, ciddiyim. Hayır hayır bunu karakteri öldür diye söylemiyorum. Ve hayır tabii ki yeni birine aşık olmasın bir günde. Ne yapsın? İntihar etmeyecekse ve aşık olmayacaksa ve içmeyecekse? Mecbur geri dönecek.

– Ah hayır yapma lütfen. Tamam farkındayım, seni bu noktaya biraz da ben getirdim ama öyle yoğun duyguları yönetemem, roman değil öykü yazıyoruz nihayetinde. Ne yapalım biliyor musun? Karakteri mutfakta yemek pişiren sevimli gençle arkadaş edelim. Yirmilerinin başında, kıpır kıpır, enerjik ve köksüz bir genç adam; üstelik çok yetenekli, çok hevesli, çok hırslı. Onun enerjisi karakterimize iyi gelsin. Onun, mesela bir İtalyan kasabasında açmak istediği restoranın hayallerini dinlesin. Arada birlikte mutfağa girip bir şeyler pişirsinler, akşamları da denize karşı uzun uzun sohbetler etsinler. Olur mu, ne dersin?

-Oo, olur tabi ya, şahane olur hem de. Sevdim o genç adamı. Kadından neredeyse on yaş küçük olsun ama. Biz çünkü hayata atılmış, dışarıdan bakınca artık başarılı bir yetişkin profili çizen bir kadın karakter yaratmıştık. Bu noktada genç adamı hem romantik bir etkileşimden uzaklaştırmak lazım hem de enerjisiyle öykümüzü yükseltmesini isteriz. ama esas karakterimizin kim olduğunu da unutmadan. Birkaç ay sonra yurt dışında bir eğitime gidecek olsun mesela. Araya biraz aile problemleri biraz da yemek tarifi serpiştirirsek film senaryosu bile çıkarırız buradan. Peki kadın karakter bu adamı tanıdıktan sonra onun yaşam enerjisinden etkilenmek dışında başka nasıl bir kırılma yaşayacak? nasıl etkilenecek bu adamdan?

-güzel soru, düşünüyorum. Şöyle yapalım. Bu delikanlı Kasım ayının ilk yağmurlarıyla artık sahil kasabasında yaşayacağı günlerin sonuna gelmiş olsun. O kendisini bekleyen yeni maceralara doğru giderken bizim ana karakteri de bu sefer ne yapacağını ve ne istediğini bilir bir halde geldiği şehre yollayalım. Buraya biraz zaman geçişleri ekleriz ve boşlukları okura bırakırız. Kadın gitsin, oradaki işlerini ilişkilerini kabul edilebilir şekillerde bir nihayete erdirsin, kapatmaktan kaçtığı kapıları kapatsın ve bu sefer daha iyi bir valiz hazırlasın. Hazır mısın? Finale geçiyorum.

– Hazırım bayan romantik, anlat bakalım.

– Birkaç yaz sonrasında, İtaya’nın sahil kasabalarından birinde, minik sevimli bir restorandayız. Masalar açık alanda, hava sıcacık, güneş batışa geçmiş, ışıklar şimdiden yanmış ve ortalık yavaş yavaş dolmaya başlamış. Kalabalık bir arkadaş grubumuz var bu akşam, eğlenceli, genç insanlar. Etraflarına da neşe saçıyorlar. Onların sıcak enerjisi restorandaki kadınların yanık omuzlarına, uçuşan eteklerine karışıyor. Garsonlar ufak ufak siparişleri almaya başlıyor, güneşin gözden kaybolmasına belki son on dakika. Bu arada restoranın adı Akdeniz’in bir başka sahilindeki minik bir otelden geliyor; otelin adı Günebakan’dı, restoranın adı “Girasole” –ki kendisi öykümüzün de adı olur-.

Ve evet, güneş öyle muazzam bir manzara sununca masalardaki sohbetler biraz askıya alınıp başlar ister istemez birkaç dakikalığına gün batımına doğru dönüyor. Tam bu sırada restoranın bahçeye açılan kapısında, elleriyle saçlarını düzelten, boynunda beyaz bir mutfak önlüğü asılı bir kadın beliriyor. Otuzlarının ortasında, saçları kuzgun karası, omuzları güneş yanığı ve yüzünde koca bir gülümseme; o da gün batımını seyrediyor. Güneş ilerideki tepelerin ardında kaybolurken müşteriler de ufak ufak şimdiki zamana dönüyorlar. Hani o az önceki kalabalık arkadaş grubu vardı ya, oradaki en büyük kahkahaları atan bir geç adam işte tam bu sırada başını çevirip kapıdaki o önlüklü, siyah saçlı kadınla göz göze geliyor.

O mu? Vallahi o.

bahsi geçen hikaye için; https://www.pazartesiyazilari.com/post/yolun-hi%CC%87kayesi%CC%87

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: