Uyandım. Hayatımın dönüm noktası gibi, muhteşem bir başlangıcın ilk günüymüş gibi değildi asla. Her zamanki gibi bir sabah; soğuk, karanlık, boyun ağrılı. Gece geç yattığım için kendime, bizi kör karanlıklara bıraktıkları için başımızdaki iş bilmezlere, bu kadar soğuk olduğu için kışa ve hepsinin sebebi oymuşcasına en çok da yanımdaki adama söverek, uyandım.
Leş gibi sigara kokuyor, kokuyoruz. Yastık, saçlarım, ellerim… İçmediğim bir şeye bu kadar maruz kalmak başlarda beni çok öfkelendiriyordu. Geçti sonra. Öfke çünkü bir eylem gerektirir. Madem bu öfkeni eyleme dökmeye cesaretin yok kır dizini otur dedim kendime. O gün bugündür sigara kokuyorum sabahları, gözlerim kuruyor dumandan, etrafı bir sis perdesiyle görüyorum. Kurtulamadığım, yırtıp geçemediğim, ellerimle dağıtamadığım sigara kokan bir perde.
Kalkıp hazırlanıyorum. Öfkeli uyandığım her sabah olduğu gibi muhteşem kokan duş jelime koşuyorum. O yapay çiçek kokusunu ciğerlerime çeke çeke, ne kadar zararlı olduğunu düşünmemeye çalışarak duş alıyorum. Şampuanlar, kremler, parfümler, diş macunları, yumuşatıcıyla pamuk gibi olmuş çamaşırlar ve çifte kavrulmuş kahvenin sıcak suyla buluşması. Sigara kokusunu unutturacak bildiğim her şeyi sırayla boca ediyorum yani beynime. İyi geliyor. Adımın hakkını veriyor artık sabah. Sigara kokusu hiç yokmuşcasına, hiç var olmamışcasına koşarak çıkıyorum evden.
Son zamanlarda en sevdiğim oyunlardan biri bu, evden çıkar çıkmaz o ev ve içindeki o sis yokmuş gibi davranmaya, düşünmeye çalışıyorum. Daha doğrusu düşünmemeye… Bitiremediğim ilişkinin omuzlarıma yüklediği yükü, bir daha hiç mutlu olamayacakmışım gibi hissettiren sıkışmışlığımı, her şeye rağmen bu zavallı alışkanlığın konfor alanını ve yeni bir başlangıç için ne kadar zayıf olduğumu düşünmemeye çalışıyorum. Taşı taşın üstüne koyacak, bir minicik adım atacak, kendimi rüzgara bırakacak bile gücüm yok. Olsa belki intihar ederdim, edemiyorum.
İş yerim tam bir kurtuluş ama bu günlerde. İnsanların bana biraz acıyarak baktıklarını görmüyor değilim tabii ama hak veriyorum onlara. Ben de kendime acıyorum. Ellerinden geldiğince nazik davranıyorlar, gerginlikleri bana yansıtmamaya, hep eğlenceli şeylerden bahsetmeye çalışıyorlar. Hepsine minnettarım bu konuda. Ama çok daha fazlasına ihtiyacım olduğunu bilseler keşke. Arada gelip omzuma dokunduklarında gözlerinin içine bakıyorum barınak köpekleri gibi. Beni evinize alsanıza, söz çok uslu duracağım ve hiç kötü kokmayacağım.
İkindiye doğru telefonum çalıyor. Uyanmış; günaydın, ne günaydını bu saatte, iyi misin, iyiyim, akşama işin var mı, akşama bir işim yok, kutlama varmış, kutlamama mı varmış, gelir misin, işten geçerim ben, sekizde, oyalanırım biraz, peki sen bilirsin, peki ben bilirim, görüşürüz, görüşeceğiz, görüştük.
Erkenden gelip yerleşmişler her zamanki mekana. yüz yıllık arkadaşlarımız ve o , dumanlı sabahlarımın köşe taşı. Uyanmış, bir kahveyle on sigara içmiş, yolda poğaçasını yemiş, sonra gelmiştir işte. İş, güç, para, pul kurcalamıyorum artık. Annemlerden kalan otuz yıllık bir dairede yuvarlanıp gidiyoruz. Kira derdi olmayınca bir şekilde yaşamamıza yetiyor benim kazandığım para. Onun hep beklediği bir iş var tabi, gelecek bir para var, arkadaşlarının ayarladığı bir durum var, var oğlu var.
Dedim ya, arkadaşlarımız yüz yıllık sanki. Üniversitenin ilk yıllarında tanışıp kaynaştık parça parça. Eklenenler, çıkanlar, evlenenler, boşananlar, birbirinden hoşlananlar, birbirine borç takanlar, birbiriyle yatanlar, karılarını aldatanlar, kocalarını aldatanlar, eğlenelim abicimler, yogaya başlıyorumlar, sen biraz kilo mu aldınlar ve oo yolun yarısına geldin artıklar. İyi ki doğdun, iyi ki doğdun. Seneye yine bu barda, yine biralar havada, sigaralar parmakta. Hepinizi köpek gibi seviyorum ve hepinizden nefret ediyorum, hepinizle birlikte kendimden de nefret ediyorum. Çok sigara kokuyorum, çok sigara kokuyorsun. Çok sigara kokuyorsunuz.
Aç karnıma içtiğim biralar midemi ayrı beynimi uyuşturmuşken hava almak için bir beş dakika dışarı çıkıyorum telefon bahanesiyle. Ben çıkarken yanımdan bir koku geçiyor, yürüyen, hareket eden, kendine ait bir hacmi olan, bugüne kadar sigaraya hiç dokunmamış bir bebek gibi, hiç gitmediğim yağmur ormanları gibi, okyanusların dibindeki yosun bahçeleri gibi bir koku. Önemsememeye, unutmaya, hiç koklamamışım gibi davranmaya çalışıyorum ama yok olmuyor.
Kapı önünde birkaç dakika ancak oyalanıp koşar adım içeri giriyorum. Kalabalık evet, dışarıdan girince iyice loşlaşmış, duman altı, gürültülü uğultulu bir kalabalıkta bir koku arıyorum istemsizce. Yüzler, suretler, mimikler, saçlar, eller, omuzlar. Ait olduğum masaya doğru ilerken o gün neden mükemmel bir güne uyanmış gibi hissetmem gerektiğini anlıyorum bir anda.
Hiç görmediğim ama yüz yıldır tanıdığım biri, dünyadaki tüm gerçek güzel kokuları kendinde toplamışcasına, bir insan ne kadar az bulanık olabilirse o kadar az bulanık bir şekilde duruyor karşımda, iki masa uzağımda. Yanımızda insanlar var, ait olduğumuz, sorumlu olduğumuz, yıllardır tanıdığımız, yıllarımızı harcadığımız, daha bu sabah yanında uyandığımız, az önce mutlu yaşlar dilediğimiz insanlar. Onun için de öyle. Yanındaki o kabarık saçlı kadın mesela, bir şey söylerken kulağına eğiliyor hep. Bu kulak benim eğilişiyle. Ama hayır, sesini duyuramıyor sanki. Nasıl ki bana artık bu kalabalıkta sadece sigara kokusu ulaşıyorsa o da sanki sadece uğultu duyuyor gibi. Anlamaya, duymaya bile çalışmıyor artık.
Onu en iyi ben anlıyorum. Ellerine bakışını, gözlerini kaçırışını, yarım gülümseyişlerini, sesini duyuramayınca ısrar etmeyip boşver deyişini, en iyi ben anlıyorum. O akşam orada sadece dört kere göz göze geliyoruz. Saç diplerime kadar hissediyorum aşık olacağımı. Bakmıyorum daha fazla.*
*Bu hikaye Mahir Ünsal Eriş’in Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde kitabındaki Kadınlar Hep Olmadık Zamanlarda öyküsünden ilhamla yazılmıştır.
“İçki içmek üzere gittiğim binlerce yerden herhangi bir tanesinde tanımıştım onu, şu beni düşman ateşi gibi ateşe verip kaçanı. Bir başkasının sevgilisiydi, bir başkasının sevgilisi olarak bulunuyordum orada ben de. Saydım, sadece dört kez bakmıştım yüzüne. Aşık olacağım belliydi, bakmadım daha fazla.”
Bir Cevap Yazın